SON KULLANMA TARİHİ GEÇMİŞ DUYGULAR: EMPATİ
Bir zamanlar içimizden gelen bir şeydi… Şimdi bildirimlerden gelen bir şey gibi oldu empati.
Bazı kelimeler var, zamanla anlamını yitiriyor. Ya da biz o anlamın altını boşaltıyoruz, farkında olmadan. “Empati” de onlardan biri. Eskiden kalpten gelen bir refleksken, şimdi akıldan geçen bir stratejiye dönüştü.
Bir zamanlar anneler çocuklarına, “O ağlarken sen niye gülüyorsun, ayıp!” derdi. Şimdi biri ağlarken diğerinin yüzünde filtreli bir gülümseme, story kamerasının açısını ayarlıyor.
Empati hâlâ sözlükte yerini koruyor, ama hayatlarımızdaki görünürlüğü azaldı.
Market reyonlarında son kullanma tarihi geçmiş yoğurtları itinayla kenara ayırıyoruz. Ama biri karşımızda ruhen çürümeye yüz tutmuşsa, şöyle bir bakıp geçiyoruz. “Empati” artık bir duygudan çok, üzerinde “organik” yazan ama içi katkı dolu pahalı bir ürüne benziyor.
Gösterişli ama işlevsiz…
Empatinin Değil, Empati Pozunun Peşindeyiz
Artık üzülmek de estetik olmak zorunda.
Yüzümüz ağlarken ışık iyi değilse, o an “doğru zaman” sayılmıyor.
Gerçek acı yerini temsilî acıya bıraktı.
“Yanındayım” demek, artık bir emoji kadar samimi; bir beğeni kadar içten. Çünkü duygular, paylaşıldıkça değil, paylaşıma uygun hale geldikçe değer görüyor.
Biri dert anlatmaya başladığında sabırsızlanıyoruz. Dinlemeye değil, karşılaştırmaya programlıyız. “Ben de çok kötüydüm” diyerek konuşmaya atlayanların derdi anlamak değil, kendi hikâyesini ön plana çıkarmak.
“Ben olsam şöyle yapardım” demek, empati değil, hüküm vermek. Ve biz, hüküm dağıtarak iyilik yaptığımızı sanıyoruz.
Empati Artık Zamana Duyarlı Bir Duygu
Bir acının “güncellik” değeri geçer geçmez, empati fişi de çekiliyor. İlk üç gün baş sağlığı mesajları, dördüncü gün “bu da çok uzattı” bakışları, beşinci gün sessizlik…
Hız çağında yaşıyoruz. Her şey gibi duygular da hızla tüketiliyor.
Ama acı, story gibi 24 saatte kaybolmuyor.
Empati, hızlı tüketilemez.
Duygu bekler.
Sabır ister.
Sessizlikle büyür.
Ama biz susmayı beceremeyen bir toplumuz. Her şeye yorum yapma alışkanlığımız, bizi hissetmekten uzaklaştırıyor. Halbuki bazen bir insanın yanında sadece susarak oturmak, 100 kelimelik destek cümlelerinden daha çok şey ifade eder.
Güleryüz Eskiden Komşuluktu, Şimdi Algoritma
Eskiden biri camdan “Bir şeye ihtiyacın var mı?” diye seslenirdi. Şimdi aynı camdan başını çıkarıp, “Yine mi çocuk ağlıyor, kapatın şunu” diye bağırılıyor.
Apartman komşuluğu WhatsApp grubuna, sokak sohbeti Twitter flood’una, iyi niyet “read” bildirimine dönüştü. Hızlıca görüyoruz, hızlıca unutuyoruz.
Nezaket nostalji oldu.
Güleryüz, artık reklam kampanyalarında gösterilen bir aksesuar gibi.
Empatiye dair hisler, markaların sosyal sorumluluk raporlarında yaşıyor.
Gerçek hayattaysa, herkes kendi ekranına kilitli.
Belki de Asıl Lüks, Hissedebilen Kalptir
Bugün bir restoranda Wi-Fi şifresini öğrenene kadar gösterilen çaba, çoğu zaman bir arkadaşın içten “iyi misin?” sorusuna harcanmıyor. Çünkü teknoloji çağında bağlantı, duygudan daha kıymetli.
Ama hâlâ birinin gözlerine bakarak “Yanındayım” diyebilenler varsa, umut tükenmiş değil. Belki empati son kullanma tarihi geçmiş bir duygu değil, sadece doğru ellerde yeniden keşfedilmeyi bekliyor.
Ve belki de bu çağın en büyük cesareti, başkasının yerine kendini koyup, onun gibi hissetmeye çalışmak…
O acının neye benzediğini bilmiyorsan bile, sustuğunda yanında kalabilmek.
Empati bir meziyet değil. Olması gereken bir refleks.
Ama artık sadece afişlerde, sloganlarda ve story’lerde hatırlanıyor.
Gerçek hayatta ise, sessizliğe bürünmüş…
Unutulmayı bekliyor.